Reklam
Reklam

ANALİZ – Cezayir'le barışmak isteyen Macron Türkiye'yi neden tehdit olarak görüyor?

Emmanuel Macron döneminde Türk-Fransız ilişkileri, dozu gittikçe artan bir istikrarsızlık içinde devam ediyor.

ANALİZ – Cezayir'le barışmak isteyen Macron Türkiye'yi neden tehdit olarak görüyor?
17 Mart 2021 - 16:22

Emmanuel Macron döneminde Türk-Fransız ilişkileri, dozu gittikçe artan bir istikrarsızlık içinde devam ediyor. Fakat diğer taraftan Fransa Cezayir geçmişiyle ilgili hafızalardaki olumsuz yargıları çok hızlı bir şekilde ortadan kaldırmaya çalışıyor. Peki, Macron'un bu iki ülkeye yönelik politikalarının altında neler yatıyor? ???????

Macron iktidara gelmeden önce, ülkenin ulusal ve uluslararası alanda yeni bir stratejiye ihtiyacı olduğunun farkındaydı ve söylemlerinde bunu dile getirmekten de imtina etmedi. Özellikle Cezayir'deki sömürge dönemine ilişkin yaptığı açıklamalarla dikkat çekmeye başlamıştı. Göreve gelmesiyle birlikte iç ve dış politikasında önemli açılımlar yapmasının gerektiğinin farkında olan Macron, daha aktif bir uluslararası politika için yeni bir ulusal kimlik inşa çalışmasına başladı. Birbirine entegre olmuş bu iki açılım için Cezayir'in kilit konumda olduğunun farkına varmıştı.

 

Fransa İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden (AB) ayrılma sürecinde, birlik içinde kendine yeni bir konum elde etmek üzere, daha aktif politikalar izlemeye başladı. AB içinde Almanya ile paylaşacağı gücün sınırlarının belirlenmesi, bu dönemde izleyeceği politikalara göre şekillenecekti. Diğer taraftan eski sömürgeleri üzerindeki güç tazelemesi ve Akdeniz'de siyasi bir aktör olarak gündeme gelme arzusu da Fransa'yı dış politik söylemlerinde daha saldırgan olmaya zorladı. Fakat söz konusu politikasının başarılı olmasının temelinde, Cezayir ile kuracağı ilişkiler ziyadesiyle önemli bir yere sahipti.

İçerinin dizaynı

Macron'un dış politikada güçlü bir şekilde hareket edebilmesi için ülke içindeki birlik ve beraberliğin güçlendirilmesi gerekiyordu. Fransa'da Nicolas Sarkozy döneminde ortaya çıkan "kimlik krizi" sorunu daha görünür hale gelmişti. Bunun en büyük nedeni ise ülkedeki Müslüman nüfusunun her geçen gün orantısız bir şekilde artmasıydı.

Fransa'da ulus, genel itibarıyla birlikte yaşama arzusunun kabulüne dayalıdır. Yani Fransa'nın tarihsel, kültürel ve sosyolojik değerlerinin kabulüyle ortaya koyduğu bir toplum sözleşmesi Fransa'da ulusun temelini oluşturur. Fakat son dönemde ülkede artan Müslüman nüfus laik cumhuriyetin ilkelerini sorgulamaya başladı. Ortalama 6 milyonu Cezayirli olan 9 milyon civarındaki Müslümanların nüfusa oranının 2050 yılında yüzde 12-18 arasında olacağı tahmin ediliyor. Yani yaşlıların yüzde 12'si, gençlerin ise yüzde 18'i Müslüman olacak. Bu demektir ki otuz yıl sonra Fransa'da her beş çocuktan biri Müslüman bir aileden doğacak.

Fransa'da V. Cumhuriyetin ilkelerini tamamen altüst edecek bu gelişmenin, telafisi mümkün olmayan bir kimlik krizine dönüşeceği kesin. Özellikle laik Fransız aydınlarının ve medyasının bu konudaki kışkırtmaları da soruna tuz biber oluyor. Macron ülkedeki Müslümanları ya asimile edecek ya da sisteme entegre edecek; aksi takdirde ulusal kimlik sorunu gelecek on yıllarda Fransa için önüne geçilemez bir toplumsal kargaşayı ortaya çıkaracaktır.

Macron bu amaçla 2 Ekim'de Paris'in banliyösü Mureaux'da, uzun zamandır ülkenin bütün kurumlarıyla üzerinde çalıştıkları, "İslami ayrılıkçılık" temalı bir konuşma yaptı. Amaç bir taraftan ülkedeki Müslümanların varlığını kabul ederek onlara bir uzlaşı kapısı açmak, diğer taraftan da kendi vatandaşına bu sorunu görüp gerekli tedbirleri almaya başladıklarını ifade edebilmekti. Bu konuşmadan yaklaşık üç ay sonra konuya ilişkin bir kanun çıkartılarak uygulanmaya başladı. "Fransız İslam'ı" kavramının ortaya atıldığı bu süreçte, Müslümanların başta eğitim ve din olmak üzere Fransa'daki bütün sosyal hayatlarına ilişkin düzenlemeler hayata geçirilmiş oldu.

Henüz bu kavram tartışılmaya devam ederken Macron bu sefer de L'Express dergisine verdiği bir demeçte "beyaz ayrıcalığı" kavramının bir gerçek olduğunu ifade etti. Ülkesindeki sağ kesimin duygularını okşayacak bu çıkışla toplum içinde bir kafa karışıklığına neden oldu. Hemen akabinde ise hükümet, 2000'li yılların başında siyaset bilimi uzmanı ve filozof Pierre-Andre Taguieff tarafından ortaya atılan "İslamo-solculuk" kavramını gündeme getirdi ve ülkedeki akademik kesimde bu görüşe ilgi duyan akademisyenlerin sayısının hızla arttığını ifade etti. Bu çıkış da solcular arasındaki tartışmaları alevlendirmek için yeterli olmuştu.

Macron bu sayede sağcıları, solcuları ve Müslümanları, hasılı ülkenin hemen her kesimini bir ideolojik travmaya sürüklemeyi başardı. Amaç 2022 seçimlerinde kafası karışmış bir toplumun herhangi bir ideoloji ve parti bağlılığı olmaksızın kendisine oy vermesini sağlamaktı.

Cezayir'in yeniden "keşfi"

İlginçtir ki Fransa tam da bu aşamada ulusal ve uluslararası sorunların çözümünde Cezayir'i kilit ülke olarak kabul etti. Zira Cezayir ile ilişkilerini daha sağlam bir zemine oturtması durumunda hem Afrika hem Akdeniz hem de AB politikalarında çok daha güçlü bir şekilde hareket edebilecekti. Aynı zamanda Fransa'da yaşayan Cezayirlileri ortak ulusal kimlik paydasında buluşturabilirse kimlik sorununa da bir çözüm bulabilecekti. Bu nedenle 2020 yaz aylarında, Cezayir ile ilişkileri düzeltebilmek adına, Cezayir doğumlu Yahudi asıllı tarihçi Benjamin Stora'yı bir rapor hazırlamakla görevlendirdi. Stora hazırlamış olduğu 22 maddelik raporu Macron'a Ocak ayında teslim etti.

Macron "Cezayir halkına kötü muamele edildi, baskı uygulandı, hakları ihlal edildi. Bunlar iz bırakır. Ne yapalım?" demek suretiyle geçmişiyle yüzleşmesine rağmen, bu zamana kadar Cezayir halkından açık ve net bir şekilde özür dilemedi. Ancak Stora'nın önerileri arasında yer alan, Avukat Ali Boumendjel'in Fransız askerleri tarafından öldürüldüğünün kabul edilmesi önerisine uydu. Diğer taraftan bu zamana kadar kapalı tutulan arşiv belgelerini akademisyenlerin kullanımına açtı. Macron böylelikle 22 maddelik önerilerin ikisini çok kısa zamanda gerçekleştirmek suretiyle bu konudaki ciddiyetini de ortaya koymuş oldu. Paris'teki camiyi ziyaret etmesi de işin cabasıydı. Lakin unutmamak gerekir ki Fransa geçmişe dair bir utanç ve üzüntü içinde değil. Bugün yapmaya çalıştığı şey bir özür dilemenin ve kabulün ötesinde, sadece geçmişi örtbas etmeye yönelik bir girişimdir.

1958 yılında Cezayir bağımsızlık savaşı nedeniyle siyaseten çok zor durumda kalan Fransa'da Charles de Gaulle iktidara davet edilmişti. Yürütmeyi yasama karşısında güçlendirdiği yeni anayasa ile Gaulle Fransa'da V. Cumhuriyeti kurmuştu. Dün Cezayir nedeniyle yeni bir cumhuriyete kapılarını açan Fransa, bugün muhtemelen yine aynı ülke nedeniyle VI. Cumhuriyet tartışmalarını yapmak zorunda kalacak. Zira ülkede laik cumhuriyeti koruma adına yeni bir ulusal kimlik oluşturulacaksa, bunun için yeni bir toplum sözleşmesinin temellerinin atılması kaçınılmaz hale geldi. Bu da muhtemelen farklı kimliklere hayat hakkı tanıyacak yeni bir anayasayla mümkün olacaktır. Fransa'nın Cezayir ile uzlaşma arayışının temelinde böylesine hayati bir dönüşüm sürecinin olduğu unutulmamalı.

Ya Türkiye?

Bu uzun arka plandan sonra asıl sorumuza gelelim: Türkiye Fransa için neden bir tehdit teşkil ediyor? Türkiye ile Cezayir arasındaki tarihsel dostluğun her geçen gün arttığı aşikar. Aynı dine ve benzer kültürel değerlere sahip olduğumuz Cezayir halkıyla olan ilişkilerimiz sadece Cezayir ile sınırlı değil. Afrika ve Akdeniz politikalarında da Cezayir Türkiye için hayati bir öneme sahip. Diğer taraftan bugün Fransa Müslümanlarının çok önemli bir kısmını oluşturan Cezayirliler de Türkiye için oldukça kıymetli.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Fransa'nın Cezayir'de yaptığı soykırımı her vesileyle dile getiriyor; diğer taraftan Fransa'daki Müslümanların her daim hamisi olacaklarını da açıkça beyan ediyor. Bu nedenle Fransa Cezayir ile varacağı uzlaşmanın arka planında bir Türkiye bariyerinin olduğunu biliyor. Fransa şayet Cezayir ile barışmak suretiyle iç ve dış politikasını sağlam bir zemine oturtacaksa, bunu Türkiye düşmanlığını körükleyerek yapmasının mümkün olmadığını da görüyor.

Fransa İçişleri Bakanlığı istihbarat birimlerinin Fransa'da yaşayan Türk gençleri arasında yaptığı bir ankette, gençlerin hala çok güçlü duygularla Türkiye'ye bağlılıklarının sürdüğü görüldü. Fakat bu bağlılığın sadece Türkler için değil bütün Müslümanlar için geçerli olduğunu bilen Fransa, bu bağı koparmanın yolunun Türkiye ile mücadele etmek ve uluslararası alanda onu pasifize etmek olduğunu düşünmemeli.

İç politikasında zıtlıklar ve ironiler üzerinden bir politika oluşturmayı seven Macron, dış politikada da benzeri bir yöntemi kullanıyor. Ancak Cezayir örneğinde olduğu gibi zorunluluklarının farkında olan Macron, vakti geldiğinde vermesi gereken tavizleri de hiç düşünmeden yerine getirebilmekte. Bu nedenle Türkiye ile ilişkilerinde kullandığı sert tonu ve tavrı da çok hızlı bir şekilde revize etmekten çekinmeyecektir.

Özetle iç ve dış politikasında Cezayir ve Türkiye'ye olan ihtiyacının farkında olan Fransa, bugün Cezayir'le girdiği yumuşama dönemine, vakti geldiğinde Türkiye ile de girmek zorunda kalacaktır. Fransa'nın bugün asıl meselesi ülkedeki kimlik sorunudur. Bunu halletmemiş bir Macron'un gelecek seçimlerde ayakta kalıp kalamayacağı bile belli değil. Ancak izlediği politikalara baktığımızda, bu sorunu kısa dönemde bir uzlaşıya dönüştürmeyi umduğunu görüyoruz. Lakin uzun vadeli bir başarı için yeni bir cumhuriyet modelinin geliştirilmesinin kaçınılmazlığı da ortada.

["Korsanlıktan Siyasal İslam'a: Cezayir'de Sosyal ve Toplumsal Değişim" ve "Kalanlara Gurbet Gidenlere Memleket Rumeli (Makedonya Türkleri)" kitaplarının yazarı olan Ali Maskan çalışmalarını sömürgecilik ve Afrika ile Balkanlar alanlarında sürdürmektedir]

: Anadolu Ajansı / Ali Maskan

YORUMLAR

  • 0 Yorum